Yeni bir gün
bitiminde daha eve yolumuz düşürken günün yorgunluğuyla beraber günümüzü yoklarız. Kısa bir özetten sonra
kendimizi, davranışlarımızı ve insanların davranışlarını sorgularız. Daha
iyi şeyler yapacaklarımız olur veya
hayalimizde bir taslağını oluştururuz. Umutlu olmak keyifli bir yorgunlukta
bile doyumsuz olur. Yollardan geçerken güneşin ışığı vurur gözümüze, içimiz
ışık doluyken yine ısınırız. Üstümüzdeki yorgunluk tüy kadar hafif olur keyif duyarız
bu yolculuktan.
Mutluluk bu olsa gerek;
umutlu iken çabalamak… Derin bir nefes alıp yaşanılası doğadan bitkin
geçmişimizi yenilemek için serinleriz. Gökyüzü, hava, rengarenk çiçekler,
kuşlar, böcekler.. Akşamın turuncu batımında garip hisler uyanır ve yazabilecek
çok şeyimizin olduğunu çağrıştırır. Ruhumuz bizden ayrı hissedip
göremediklerimiz görür, duyamadıklarımızı duyar, dokunamadıklarımıza dokunur
gibi dünyayı on tur dönmüş gibi oluruz sanki.
Umut için yaşamaya değer, çünkü bir yaşam taşıdığımız için
değerliyiz. İçimizdeki doğal iç güdü bize umutlu olmamızı, güzel değerler
taşımamızı daha uyumlu bulur; bu bizi biz yapan şeydir. Umut olmazsa çaba olmaz
hayattan soğuruz. Bizi daha istekli yapan şey peşinden koşup daha
yaklaşabileceğimiz şeylerdir yani umutlardır. Tabi burda çocukların umudunu es
geçemeyiz; sevinçli bakışları içlerindeki masum temizlik saf umudu yansıtırlar.
Saf heyecanları onları ayrıcalıklı kılıyor ve gözlerine bakarken bir çocuğun, orda kendimi görmek isterim hep. Bu
yüzden çocukluk çağımızdaki gibi bir umut aramaya koyulmalıyız; saf, berrak, su
gibi hayat veren bir umut…
Çocukluktan çıkıpta biraz büyüdüğümüzde hayatın acı
taraflarını görmeye başlarız. İnsanlıktan, iyilikten, doğruluk ve adaletten
sapanları görünce içimizdeki umut ışığı yavaş yavaş sönmeye başlar. Bu çıkarcılığı,
menfaatçiliği görünce stres ve kaygı içinde bunalım dönemleri geçirebiliriz.
Daha iyi şeyler yapabileceğimiz hevesinden soğuruz. Çünkü etrafımızda bizim
gibi düşünen nadir insanlar vardır. Bu monoton
zalimler ordusuna karşı tek kahraman ben miyim diye düşünebilirsiniz. Artık
etki başlamıştır durduramazsınız ve dayanılmaz sandığımız bir acıyla
çatlayacağımızı düşünürüz. Tıpkı sıcak suya soğuk su eklenince bardağın
çatlaması gibi aklımız ve kalbimiz bu
tür olaylarla karşılaşınca çatlamaya başlar. Bazen ağır durumlar olur ruhumuz
ve vücudumuz buna dayanamayabilir; dünyadan pılımızı pırtımızı toplayabiliriz
bu sorumsuzlar yüzünden. Anlayışsızlığın sonucunda sırf kendi istekleri
olsunlar diye diğer insanları hesaba katmayanlar adam öldürmeye eş değerdir.
Çünkü insanların kötülüğünü arzulayanlar
onlara umutsuzluktan başka daha ne kötülük yapabilirler ki? Umutsuz olanlarsa
bir yaşam mücadelesi vemez mi?
Karanlık bu yüzden tehlikelidir. Karanlığı gören, duyan,
işiten biri ona ne zarar verdiğini bilir. Karanlığın boşluğundaki biri yıpratıcı
bir karamsallıkla hayatı anlamsız, karanlık görmeye devam edecektir; ta ki bir
çıkış sağlayana dek.. Bu çıkış kendini yeniden tanımakta , içindeki umudu
sağlam kılıp kendini yeniden inşa etmekte saklıdır. Bunu içimizde saklı kalmış
ondan habersiz bizimle beraber hep varolan
umudumuz, başarımız ,kendimize, sevdiklerimize ve insanlara olan
inancımız belirleyecektir. Dağıldığımız parçacıkları yeniden toplama gücü elde
ettiğimizde bizim de Anka kuşu gibi bir öykümüz olabilir; küllerimizden
doğabiliriz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder