1 Mart 2015 Pazar

Dünyalı


Toz bulutlarından, yıldızlardan oluşan yaşamdan değişik evrelerden geçerek soluyan, işiten, gören canlılar olduk. Nasıl ve nerden geldiğimizi unutarak bize var edilen hayatı yaşamaya başladık. Bu unutkanlıkla parçalarımız, dünya denen hayatsal kürede buldu kendini.

Yaratılışımızın  bilinmezliğinde bize var edilen sınırlarda bulduk kendimizi ve bu sınırları kendimize sınırladık. Çoğu insan soluduğumuz havanın ortak olmadığı kanısında. Sınırsal bir şartlılıkla bilinçlerinden gelen benliklerle daha üstün olduğunu düşünür.

 Tek başımıza olan eksikliğimiz toplumsal ya da dünyasal anlamda da eksiklik anlamına gelir. Çünkü ne kadar aciz olduğunun farkındadır insan.

Böylece aynı amaca hizmet eden düşünceler bir siyaset oluşturdu. Var olmak sanıldığı kadar tek başına yaşamak anlamına gelmiyordu. Gruplaşabilen topluluklar hep süregelen bir gelenekle ortak yaşama bilinci geliştirdiler. Kendi gruplarının menfaatini kutsal ve dokunulm
Dünyalı, Selam Ülkesi, ırklar, diller, kültürler, insanlık
az kabul edip sadece kendilerinin yaşamaya hakkı olduklarını düşündüler. Bunun sonucunda gruplaşma üzerine kurulan siyasetin bencilliği oluştu. Bu bencillikle oluşan güç, rekabet ve hayatta kalma tutkusu feci sonlar yıkımlar getirdi insanlara. Bu düşünceler günümüzde var olan sınırsal ülkelerin amacını oluşturur. Yakın tarih bilimine bakılarak da olanların bundan ibaret olduğunu görebiliriz.

Öyleyse hayatta kalmanın amacı gruplaşarak belli bir ideolojiye bağlanmaktı. Bu ideolojilerin rengi ya da biçimi önceden önemli değildi sadece yaşamaya olan çabamız bize bu seçimi vermiyordu; belirsiz yaşamak uğruna… Merhametten o kadar şüpheye düşmüştü ki insanlar bu amansız ayrılıkla sınandılar.

İnsanlığın tarihi özeti saydığım bu geçmişe duyduğum ibret yaşanılan ırksal ve mezhepsel çatışmalara çözüm üretebileceğimi ve kapladığım sınırlardan daha büyük alanlara ulaşan sınırlar, hayallerimdeki sınırsızlığın olabileceğini düşündürüyor. Böylece insanların kendilerinden başkalarına da insan diyebileceği bir gelecek söz konusu olursa buna katkı sağlamaları memnun edecektir.

Yaşadığımız dünyada bir yerlere bağlı oluşan kültür ve dilimiz hep ortakça bir alışveriş sonucunda meydana geldi. Birbirimizin geleneklerinden ve dilinden etkilenebileceğimizin gerçeği bu etkinin neye bağlı ve niçin olması gerektiğini akla getiriyor. Bunlar oluyorsa madem bilinçsiz bir şekilde ulaşabileceğimiz mükemmel bir toplum ve dünya, Selam Ülkesini görebileceğimiz anlamına geliyor.

Zihnimize kazılan belli bir kültür ve âdetin içimizde belli bir amacı olmalı. Bizleri hep bir çabaya ulaştırmak isteyen karanlıklardan aydınlığa teşvik eden iyilik ve merhametimiz bu kaçınılmaz cesareti veriyor. Güzel düşlerin olabileceğini bile hayal etmemiz mükemmel bir sağlık ve kişilik veriyor. İşte sağlıklı kişiliklerle oluşabilecek Selam Ülkesi gerekliliği ve yeterliliği burada ortaya çıkar.

 Bu yüzden oluşan kültürel benliklerimiz Selam Ülkesine dönüşmelidir. Çünkü dönüşebileceğimiz bir yer ancak masallardaki anlatılanlar gibi bize farklı gelen olabileceğini her an düşleyebileceğimiz ve olacağına her an kendimizi yakın hissettiğimiz o yer o Selam ve Barış Ülkesi olmalıdır.

O zaman belirsiz olan ırklar, diller ve  farklı düşüncelerden oluşan her topluluk dönüşümlü olarak yeni bir kültür yeni bir ahenk içinde Selam Ülkesine akacaktır. Var olan bütün eksiklikler sağlıklı bir kişilik ve dünyada tamamlanmayı sabırla bekleyecektir.